Betül Yurdaün
Bazı yazarlar yalnızca edebiyatın değil, bir çağın vicdanı olur. Virginia Woolf, kadın olmanın, düşünmenin, yazmanın ne demek olduğunu sorgularken kendi hayatını bir metne dönüştürdü. Kırılgandı ama sesi keskin bir bıçak gibiydi. Sessizdi ama yazdıklarıyla dünyayı yerinden oynattı.
Londra’da entelektüel bir çevrede doğdu. Küçük yaşta annesini, sonra kız kardeşini kaybetti. Bu kayıplar, zihninde derin çatlaklar açtı. Gençliğinden itibaren depresyon ve zihinsel çöküşlerle mücadele etti. Ama tam da bu kırılganlık, onun yazılarına olağanüstü bir sezgi ve hassasiyet kattı.
Woolf’un cümleleri yüzeye değil, derine bakar. Olaylara değil, zihinlere odaklanır. Mrs Dalloway bir günün hikâyesidir ama aynı zamanda bir ömürlük iç sesin yankısıdır. Deniz Feneri, bir ailenin tatilini anlatmaz sadece; zamanın yıpratıcılığına, hafızanın bölünmüş doğasına dokunur.
Ve elbette Kendine Ait Bir Oda.
Bu eser yalnızca bir metin değil, bir manifesto gibidir:
“Bir kadının yazabilmesi için parası ve kendine ait bir odası olmalı.”
Woolf burada edebiyat tarihinde kadınlara biçilen sessizliği, arka plana itilmişliği sorgular. Kadınlar yüzyıllarca yazamadı çünkü maddi özgürlükleri yoktu, mahremiyetleri yoktu, erkeklerin kurduğu düzende sadece “ilham perisi” olmalarına izin verildi.
Woolf sadece roman yazmadı. Zihnin kıvrımlarını, kadının bastırılmış varlığını, hafızanın parçalanmış doğasını edebiyata taşıdı. Bilinç akışı tekniğini adeta kendi elleriyle şekillendirdi. Onun yazılarında zaman doğrusal değildir; bir an, bir geçmişle birleşir, bir düşünce başka bir bedene dokunur.
Ancak iç dünyası daima fırtınalıydı. Sesler duyuyor, ağır depresyon nöbetleri yaşıyordu. Hayatının sonlarında II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, evinin bombalanması, geçmişin ağırlığı onu yavaş yavaş susturdu. 1941’de, bir sabah, cebine taşlar doldurarak nehre yürüdü. Geride eşine yazdığı bir veda mektubu kaldı:
“Beni en çok sen mutlu ettin. Ama artık daha fazla dayanamayacağım.”
Virginia Woolf, zamana karşı değil, zamana rağmen yazdı. Kadınların sesi olmayı seçti, ama o sesi kendi içinde bazen duyamadı. Onun romanları, yalnızca edebi eserler değil; kadın olmanın, düşünmenin ve var olmanın sancılı, derin anlatımlarıdır.
Onu okurken, sadece karakterleri değil, kendi zihnini dinler gibi olursun. Belki de Woolf’un büyüsü burada gizli: Yazarken seni de yazıya dahil eder.