Betül Yurdaün
Franz Kafka’nın hayatı, onun kitapları gibi: yabancı, sıkışmış, sessiz ama içten içe çığlık atan bir dünya. Hayattayken neredeyse hiç tanınmadı. Öldükten sonra ise bir çağın sesi hâline geldi.
Kafka, 1883’te Prag’da doğdu. Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğuydu. Ama hiçbir yere tam olarak ait değildi. Yahudi topluluğuna fazla seküler, Çek toplumuna fazla Alman, Almanlara göre ise “az” Alman’dı. Bu aidiyetsizlik, onun tüm yazılarına yayılan temel duygudur: dışlanmışlık, yabancılaşma ve güç karşısında ezilme.
Hayatı boyunca bir sigorta şirketinde çalıştı. Gündüzleri masasının başında, geceleri ise defterlerinin arasında yaşadı. Yazmak onun için bir meslek değil, neredeyse bir hastalıktı.
“Yazmazsam boğulurum,” demişti. Yazdıkça da boğuldu.
Babasına karşı duyduğu korku ve hayranlık, onu parçalayacak kadar güçlüydü. Babaya Mektup’ta bu ezici ilişkiyi neredeyse bir mahkeme savunması gibi anlatır. Kafka’nın tüm karakterleri gibi o da otoritenin karşısında suçludur ama neyle suçlandığını bilmez.
Dava, Şato, Dönüşüm… Hepsi aynı dünyanın parçalarıdır. Kimliksiz bir bürokrasi, hiçbir açıklama yapmadan bireyin üzerine çöker. Gregor Samsa bir sabah “böcek” olarak uyanır ama kimse nedenini sormaz. Çünkü sistemin içinde nedenler değil, sonuçlar geçerlidir.
Kafka’nın aşkları da yazdıkları kadar kırılgandır. Felice Bauer’a yazdığı mektuplar, tutkuyla kaçışın bir arada yaşandığı metinlerdir. Sevmek ister ama yakınlık onu boğar. Uzaktan sever, uzaktan yazmayı sever. Hayatı boyunca evlenemez.
Verem teşhisi konduktan sonra sağlığı daha da kötüleşti. Son yıllarında yemek yiyemeyecek kadar hastaydı. Ölümünden önceki son yazılarında, neredeyse hiç cümle kurmadan sadece “var olmanın ağırlığı”nı fısıldar gibi yazar.
1924’te henüz 40 yaşındayken öldü. Arkadaşı Max Brod, Kafka’nın vasiyetine karşı gelerek, yayımlanmasını istemediği tüm elyazmalarını kurtardı. Böylece Dava, Şato, Amerika gibi eserler bugüne ulaştı.
Kafka, bir çağa değil, çağsızlığa ait bir yazar. Bugün hâlâ, onun metinleri modern insanın en büyük kabuslarını anlatıyor: sistem karşısında ezilmek, kimliksizleşmek, susmak zorunda kalmak. Belki de bu yüzden, adı bir sıfata dönüştü:
Kafkaesk.
Anlam veremediğin, ama seni boğan, tuhaf ama tanıdık bir karanlık.
Onu okumak kolay değil. Ama bir kez içeri girdiğinde, artık o sessizlik seninle kalır.
Kafka’dan Derin ve Sessiz Alıntılar
“Bir kitap, içimizdeki donmuş denizi kıran bir balta olmalı.”
(Mektuplar, 1904)
“Ben sessizim… ama bu sessizlik öyle sıradan bir sessizlik değil.”
“Kendime bile yabancıyım, beni hiç kimse tam olarak anlayamaz.”
“Bir sabah uyandığımda, herkesin benden uzaklaştığını gördüm. O gün kalabalıklar içinde yalnız olmayı öğrendim.”
“Susmak, bazen en yüksek çığlıktır.”
“Aynada yüzüm değil, terk edilmişliğim vardı.”