Sanat & İlham

The Kiss

Altından Örülmüş Sessizlik: The Kiss’in İçine Düşerken

Betty

Ayaklarımın altındaki zemin yavaşça eriyor. Renkler çözülüyor, çizgiler dalgalanıyor. Bir anda bir boşlukta buluyorum kendimi. Ama bu boşluk, gri değil. Altın sarısı.
Gözlerimi kıstığımda, bir parıltı denizinin ortasında olduğumu fark ediyorum.
Ve orada, tam önümde iki figür bir öpücüğe gömülmüş.

Ben artık bir gözlemci değilim.
Ben şimdi Gustav Klimt’in “The Kiss” tablosunun içindeyim.

İlk hissim: sessizlik.
Ama bu, sakinleştirici bir sessizlik değil.
Bu, bir patlamanın hemen ardından gelen durgunluk gibi. Zamansız. Tüm seslerin içe döndüğü an.

Adam diz çökmüş, başını kadının yanağına eğmiş. Kadın gözlerini kapatmış; teslim olmuş gibi ama ürkekçe. Ellerini hafifçe kaldırmış, sanki bir yeri tutacak ya da kaçacakmış gibi. Figürler sarılmış değil. Daha çok birbirlerinin içine doğru çekilmişler.
Kopamıyorlar ama tam birleşemiyorlar da.

Bu sahne, bir öpücükten fazlası. Bu, arzunun doruğu ile korkunun derinliği arasında salınan bir an.

Çevremdeki her şey altınla kaplı.
Duvarda değilim, dünyada değilim; bir ikonanın içindeyim sanki.
Klimt’in Bizans mozaiklerinden aldığı ilham her köşede kendini hissettiriyor. Altın, burada bir zenginlik göstergesi değil. Ruhsal bir ışık. Aşka tanrısal bir değer biçiyor.

Adamın pelerininin üzerindeki dikdörtgenler keskin ve geometrik. Kadının elbisesinde ise daireler, çiçekler, spiral formlar var.
Eril olan düz, köşeli.
Dişil olan yuvarlak, akışkan.

Klimt, sadece bir çift resmetmemiş. Kadın ve erkeğin özüyle, doğasıyla konuşmuş.
Semboller, bedenlerin üstüne değil, kimliklerinin içine işlenmiş gibi.

Tablodaki figürler çıplak değil. Ama elbiseleri, derileri kadar tenlerine yapışık. Kumaş mı yoksa bedenin uzantısı mı, ayırt etmek zor.
Bu öpüşme, tensel olmaktan çok ruhsal.

Cüretkar ama içe dönük.

Klimt, sanatıyla, kadını ne sadece bir arzunun nesnesi yaptı ne de onu idealize etti. Kadını gerçeğiyle, arzusu ve korkusuyla, gücü ve teslimiyetiyle sundu.

The Kiss, bu yüzden bir aşk resmi değil yalnızca.
Bir teslimiyet ve tanınma anı.

Etrafımdaki altın tozu içinde Klimt’in varlığını hissediyorum.
Ama o bana bakmıyor.
O, kadına bakıyor. Her zaman yaptığı gibi.

Kadın Klimt’in merkezidir.
Sadece bu tabloda değil, tüm sanat hayatında.

Kadın; yaşamın başlangıcı, arzunun kaynağı ve ölümün habercisidir. Klimt için kadın, bilinmezliğin kendisidir.
Bu nedenle bu tabloda kadının yüzü görünür; adamınki değil.

Belki Klimt’in kendisi adamda gizlidir. Kadın ise tüm ışığı taşır, gözleri kapalı ama farkındalığı yüksek.

Tablo içinde zaman ilerlemiyor. Öpücük verilmek üzere. Belki de hiç verilmeyecek.
Bu bir son değil, bir eşiğin resmi.

Bir “evet”le “kaçmalıyım” arasındaki o bir anlık kararsızlık.
Bir adım atıldığında her şeyin değişeceği o kırılgan denge.

Ve belki de bu yüzden, tablo hala yaşıyor. Çünkü o an, asla geçmiyor.

Altının arasından çıkarken üzerimde hala ışıltılar var. Gözlerim kamaşmış, zihnim susmuş.

Gustav Klimt’in The Kiss‘i, bir öpücükten fazlası.
Bu bir anı değil, bir duygunun ebedi hali.
Aşkın, arzunun, korkunun, kendini kaybetmenin ve bulmanın resmi.

Ve ben artık sadece tablonun içinde değil, o altın sessizliğin bir parçasındayım.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir